Türkiye'nin ironik şekilde eşcinselliğe bakış açısı son yıllarda vicdan muhasebesine dönüşmüş vaziyette nitekim edebiyat dünyası sinama dünyası yükselen değer olan eşcinsel yaşam tarzını daha da irdelemek te yıllar boyunca bastırılmış ve gizlenmiş bu yaşam tarzını yükselmekte olan bir trendmişcesine pazarlamakta.
Bu trendi başlantan insanların başında bana göre '' Lola und Bilidikid '' ile Kutluğ Ataman geliyor.
Filmde Almanya'da yaşayan bir ailenin eşcinsel çocuklarını kontrol altına alma çabaları ve bu uğurda yitirdikleri aile değerleri konu alıyor işte bu noktada filmin homofobik bir havada '' kötü sonla '' bitiyor olması ayrı bir sorun.
Bir diğer kulvarda edebiyatta ise Pinhan ile Elif Şafak daha tasavvufi etkilerde bir roman ortaya çıkarmış ancak iki başlılık olarak nitelediği eşcinselliği romanında sihirli bir şekilde ortadan kaldırarak Karafil Yorgaki ile yaşamaları gereken aşkın önünde bir engel kalmadığı yönünde bir izlenim uyandırmaya çalışmış ki bu noktada ironik birhata yapmıştı...
Perihan Mağden ise geçtiğimiz yıllarda gerçek temellere dayandırdığı kısa bir deneme sayılabilecek acımasız romanında Ali , ile Ramazan isminde iki gencin hayatta kalma çabalarını bize anlatıyor , ancak aşklarını ayakta tutma pahasına ölümle sürekli dans etmekten çekinmeyen bu iki gencin öyküsünde sonun bu kadar çabuk ve hazin oluşu ayrı bir sorun nitekim ibreti alem tarzı bir söylem ile pek tabii şu özcevap çıkarılabilir
''Eşcinsel olursanız ya düşersiniz ya da öldürürlür yine düşersiniz olmadımı ya da birisi sizi aşağıya atar siz yine düşer ölürsünüz ''
Sormadan edemiyorum ama eşcinseller neden sanat dünyasında düşmeye eğilimli bir tür olarak imajlandırılmış işte onu aklım almıyor . Ya denge sorunumuz var ya da düşürmek istenilen aslında biz değil bastırılmış homofobilerini tatmin etmek etmek isteyen heteroseksist yazarlarca bizim cinselliğimiz...
Sorunun yanıtını bir bilsem...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder