
Hep “kenti kent yapan insanlardır” denir. Fakat ben size içimdeki Mersin’i anlatmaya çalışacağım. İnsansız halini… Çünkü üzerinde yaşayanlardan bağımsız olarak bir kokusu var Mersin’in. Kim ne yaparsa yapsın silinemeyen, yokedilemeyen bir koku, belki bir tat. Bilmem bu kentte yaşayan başkaları da benzer bir his yaşar mı? Belki de bu yüzden Mersin’e koşarak dönerim. İki yıldır yerleştiğim bu kentte en güzel yaşanan duygulardan biri de buraya geri dönmektir.
Mersin, farklı kültürlerle ve binlerce yıllık tarihle harmanlanmış küçük bir Akdeniz şehri… Burada hiçbir işi yapmak için koşturmak gerekmez. Yarın yapacağınız işi yarın sabah düşünürsünüz. Zaman bol, insanlar rahattır. Mersin’de hayat ağır çekim işler. Herkes önceden tanıyormuş gibi alışkındır birbirinin davranış biçimine. Sıra beklerken büyük kavgalar çıkmaz. Alışveriş yaparken ya da bankaya gittiğinizde tezgahtar veya veznede çalışanlarla “senli benli”dir cümleler. Dışarıdan gelen hemen anlaşılır. “Buralı değilsiniz galiba” sözü size dışarıdan gelen biri olduğunuzu hatırlatır. Bu söz Mersin’de yaşayan biri gibi davranmadığınız anlamına gelmektedir. Çünkü burada yaşamın ortak bir dili ve bazı davranış biçimleri vardır. Eğer alışmamışsanız henüz, kendinizi hemen ele verirsiniz.
Mersin’in iklimi ılımandır, yaşayanlar da gitgide öyle olmaya başlar. Sıcaklar soğur, soğuklar ısınır Mersin’de… Bir orta yol mutlaka bulunur sıkıntılar yaşandığında… “O zaman gelince düşünürüz.” cümlesi de Mersin’de en sık duyulacak sözlerden biridir.
Mersin kimsenin değildir. Mersinli olanların dahi değildir çünkü bu kente alışan herkes kendini Mersinli hissetmeye başlar. “Mersinliyim” demekten de mutluluk duyar. Aslında “Mersinliyim” demek, “Ben de Mersin’in havasını içime çektim, o beni, ben onu yaşadım” demektir. Nasıl yaşanır Mersin? Ya da Mersin bir insanı nasıl yaşar?
Bu kent farklı bir Akdeniz ruhu, görünmez bir arkadaştır… Dalgaların taşlara vurduğunda çıkardığı ses; dolunayın aydınlattığı deniz; binlerce yılın hayalini kurduran tarih; ilkbaharda mis gibi bir kokudur …
Konuk ağırlamayı, insanları bağrına basmayı sever… Toprağı bereketli, ürünü lezzetlidir. Mersin’de bir yemek yiyenler başka bir yerde aynı tadı alamazlar… O yemeğe insanların sesi, zamanın ruhu siner. Lezzeti, binlerce yıllık kültürlerin harmanı verir damaklara…
Bahar gelince parfüm kokar Mersin… Portakal çiçeklerinin kokusu insanı yürümeye zorlar ve “Hadi bak bahar geldi, çık dolaş sokaklarda” diye seslenir. Hatta öyle bir işler ki bu koku insanın burnuna, portakal-limon ağacının olmadığı yerlerde bir yerlerden bu kokunun geldiğini düşünürsünüz. Mimozalar yol kenarlarında havai fişekler gibi açılıp saçılır, insanın içine bahar coşkusunu doldurur.
Yalnızlıkların denize atıldığı yer, dalgaların yaraları sardığı şehirdir Mersin…Uçsuz bucaksız uzanan denizin kenarında, dalgaların dövdüğü taşlarda kalır keder…
Mersin, insanları kolay kolay olduğu gibi kabul etmez. Onları biraz değiştirir, yumuşatır, sabrı öğretir. Binlerce yıldır bu kente kimler gelmiş kimler gitmişse uzaktan sessizce gülümser ve “Bir zamanlar biz de bu denizde yüzdük, bu dolunayı gördük, bu güneşle uyandık, bu toprağı işledik” diye fısıldarlar….
Anlatttığım bu düşünceler, yüksek binaların; eski evlerin; denize sırtını dönen bedenlerin arasından Mersin’in bana gülümseyen yüzüdür. Belki size de gülümser, kim bilir?
Mersin kimsenin değildir. Onu talan edip de Mersinli olmakla övünenlerin hiç değildir. Mersinli olunabilir ama Mersin kimsenin olamaz. Mersin güzel bir ses, mis gibi bir koku, bereketli bir toprak, tarih dolusu bir tecrübedir. Sesini duyana, kokusunu alana, havasını hissedene ve kıymetini bilene…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder